4 Ekim 2007 Perşembe

ŞERİFE İLE HASAN

Kaç gündür kar yağıyordu.Hem de hiç durmadan.Yollar daha ilk günden kapanmış,köyde kimsenin kimseyi görecek hali kalmamıştı.Kasaba dediğin bir ömürlük yol.Ne elektrik,ne su?Hiçbiri yok.Herkes kendi derdinde,bir yakımlık gaza muhtaç.Gaz da ha bitti ha bitecek.Ya sonrası? Şerife Kadın titredi.Öylesine titredi ki,gözleri karardı,çömeliverdi olduğu yere.Bilemedi.Soğuktan mı titremişti acep?İçini üşüteni aradı bulamadı.Bulmaya korktuklarından bile korkmuştu işte.Gözlerini kapadı.Kar devam ederse ne yaparım diye düşündü?Kendini kandırdı.Sıcak bir odadaymış gibi hayal etti..Karın bembeyaz tüyler gibi narin ve derinden indiği çocukluğuna gitti birden.Maşınganın sıcaklığı yumuşak bir el oldu yüzünü okşayıp geçti.Kaynamaktan ortalarından çatlamış mısır tanelerinden koydu çanağa,ılınınca yerim diye...Ne olmuştu da kar bu kadar hiddetlenmişti sanki.Kendisi büyürken çocukluğunun karları da büyüyüp kocaman mı olmuştu yoksa?Artık neden tüy gibi hafif ve narin değildi ki ?Gözlerini açtı ve gerçeklerin soğukluğu değiverdi cılız vücuduna.Bir çanak mısır tanesi yaş oldu aktı gözünden.Ocağın korlarına tek tek damlayıp dağlaya dağlaya ateşi söndürdüler... Gözlerini dolaştırdı evin içinde.Yıllarını verdiği evine öylesine değişik bakıyordu ki:-Yabancıyım dedi. -Herşeye yabancıyım. Şimdi sanki içinden çıkan o,tepesinde dikilmiş etrafa bir başka Şerife Şerife bakıyordu.Gözler onun gözleriydi ama...

Sıvanmaktan kat kat kireç olmuş odanın eğri büğrüydü duvarları.Titizdi Şerife.Temizlikte.yemekte yoktu üzerine toz konduracak.Yoktu onun gibisi Taşeli'nde.Yavrularına baktı.Hepsi içinde korları kalmış ocağın başına balık istifi dizilmişler,mışıl mışıl uyuyorlardı.Üç çocuk.Üç umut.Üç neşe.Ellerini büyük bir huşu içinde kaldırdı.Başka sığınacak kimi vardı ki?Ağladı,ağladı.Hep içinden,hep derinden geçmişine ağladı.Gitmişlerine küsdü.Yitmişlerine iç geçirdi.Bir vakit sonra uykuya daldı... Ezan sesiyle gözlerini açtı.Dinledi.Ne güzelde okuyor Muammer Hoca diye geçirdi içinden.Sıcacıktı her seslenişi.Tanıdık bir ses duymak gibisi yoktu işte.Gurbette yoluna çıkmış eski bir ahbaba sevinir gibi sevindi.Çocuklarına baktı.Hepsi ne güzelde uyuyordu.Ya bunlar da olmasa dedi.Ya Ayşem olmasa,Mehmet'im olmasa,Aysel'im olmasa.Ayşesi'ne baktı.Onun doğduğu gün eve getirdiği neşeyi düşündü.İlk evlat,ilk göz ağrısı.Hasan'da ilk göz ağrısıydı ya.İlk yavuklu,son yavuklu.Neredeydi evinin direği,temeli,gölgesi Hasan?Neredeydi?Körolası adam dedi.Bu gece de yok.Gideli Allah'ım gideli kaç gün oldu.Yok!Yok!Yok! ''Şerife kız hadi kaçalım'' dediğin de de evvela ''Yok'' demişti oysa.''Ömer Ağbim yakalar keser bizi.''Gerisini hatırlamak istemedi ama işte orada,tam da durması gereken o sıcak temmuz ayına ait bir önceki hatıranın yanında yerini almış deşilmeyi bekliyordu Salim Hasanların Şerife'nin,Tüfekçilerin Hasan'a bostan tarlasından kaçıverişi.Bir sonraki anıysa Yaşaryerinden geçerken,koşmaktan göğsünden fırlayıvercekmiş gibi olan yüreğinin sesine aitti.O da son olmuştu zaten.Bir daha da hiç tarlaları koşarak geçmemişti.

''Anne karnım acıktı''dedi uyku mahmuru bir ses.Baktı ki Aysel.Küçük,çekik,kara gözlerini ovuşturuyor;bir yandan da esniyordu .''Şimdi hazır kuzum.Çorba pişiyor.''diye cevap verdi Şerife.Her sabah çorbaydı artık.Bütün ev, bir tas tarhananın başında dönüp dolaşıyor,cevabını bildikleri bu soruya hiç de itibar etmiyorlardı.Yok ki başka yemeklik.İyi ki yazdan bolca yapmışım tarhanayı diye düşündü.Dün bir pişirimlik fasulyesi vardı o da bitmişti.İyi ki çocuklar acizlenmiyor dedi,kendi kendine.Benim bile canıma tak etti artık diye de söylenmeden edemedi.Tövbe dedi sonra,günaha girmekten korktu.Çorba da pişmişti bu arada.Ev birden peri padişahının kızının evine dönüvermişti.Sıcacık kokusu evi kaplamış,sabırsızlanmaya başlamıştı çocuklar..''Sakın yataktan çıkmayın ''dedi Şerife çocuklara.Ocağı da yaktımı nice zenginden zengin olacaklardı.Kapı arkasına yığdığı meşelerden bir kuçak aldı.Biraz da tutuşturmalık çıra,çırpı.Odunlar yaş olmayınca çabuk tutuşuyordu.Elleri buz kesmişti ama ocağı ne kadar geç yakarsam o kadar kar diye düşünmüş ama o arada kendi çilesini hiç hesaba katmamıştı.Ocaktan çıtırtılar yükselmeye başladığında,çocuklar yavaş yavaş yorgandan başlarını uzatmışlardı bile.''Çocuklarım'' dedi. Koca bir ateş düştü içine .Sanki yüreği ocak olmuş yanıyor,bilmediği bir el durmadan ateşi körüklüyor ve ateşin değdiği her yer alazlanıyordu.Bu değdiği her yeri yakıp yıkıp,kül eden ateşten hiç de şikayetçi değildi halbuki.Hatta ateşi her hissettiğinde mutlu olduğu söylenebilirdi.Sonra ateşi hissedememekten korktu.İşte o vakit içi bir başka yandı. Mehmet yataktan kalkmıştı bile.Tosun gibiydi alimallah.Aynı Hasan gibi.

Artık bu evde Hasan adı yok,tövbe.Ya Mehmet'im de kor giderse bizi.Gitmez.O bizi koyup da bir başımıza,gitmez.Nasıl da bir heybet var onda.Tutsa dağı deviriverecek bir heybet bu,bir adım atsa dünyayı dönüverecek bir ihtişam.Hem o sıcacık,sevgi doludur.Benden,benim içimden.Daldı gitti.Uzaklara,kimsenin bilmediği sulara demir atmıştı yine... ''Anne''dedi Aysel.''Anne karnın aç değil mi?''Işıl ışıl mavi gözlere baktı.Hasan'ı gördü,Aysel'in gözlerinde. Hasan yoktu ama sanki gözlerini evde bırakıp gitmiş gibiydi.Kendi de kör,aç biilaç dolanıyordu yabanda.Kahroldu.Canı yandı.''Karnım tok yavrum.Sen ye de kocaman kız ol,doktor ol.''diyebildi. ''Olucam anne.Hem de çok büyük doktor olucam''Aysel,öyle içten söylemişti ki''çok''kelimesini.Bir de kollarını iki yana açarak,şöyle kocaman kocaman.En büyük,en çok,en iyi,en başarılı dercesine. ''Aferin kızıma.Hadi ye.Sizin yediğiniz benim.'' Kalktı sofradan,gitti ocak başına çömeldi.Çemberini çıkardı başından.Gece gibi saçlarını görmek istedi.Nafile.Gecelere kar yağmış,yedi köye nam salmış bir sırt kara melik zamanla tarumar olmuştu.Aynalara hasretti.Günlerce aynaya bakmadığı olur,kendini bile unuttuğu o günlerde bağ,bostan,çoluk çocuk,ev,ahır derken yatağa dar atar,yorgunluktan uyuyamazdı.Bakmaya korktu.Simsiyah gözleri eskisi gibi ışıl ışıl mıdır?Merak etti.Bel ki de gözyaşlarım üzerlerine ince bir perde çekmiştir diye iç geçirdi.Korktu.Aynayı setin üzerinden almadı bile.Tam o sırada kapı hızla çalınmaya başladı.Her kimse kapıyı çalmıyor adeta yumrukluyor,dövüyordu .Tahta kapının sarsılışını gören çocuklar daha bir korkuyla annelerine baktı.

Saçını hemencecik topladı.Çemberini yaşındı.''Hayırdır inşallah'' deyip ,yer yer yeşil boyaları kazınmış tahta hayat kapısına yöneldi.Lakin kapıya varacak dermanı bulamadı dizlerinde. -Kızım kapıya bakıver dedi Ayşe'ye.Ve kendi kat kat kireç bağlamış duvara omzunu dayadı bir yandan.Sanki düşmanını bekler gibiydi.Sanki birazdan olacaklara dayanabilmek için omzunu vermişti de duvara onu kimseler deviremezdi.Ayşe yeşil tahta kapıyı açarken odanın içine acı bir çığlık gibi menteşelerin gıcırtısı ve bıçak gibi keskin bir ayaz doldu .Herkes baştan aşağı titredi.Baktılar,kapıda ki muhtar. Şerife hiç omzunu almadan duvardan: -Hoşgelmişsin muhtar dedi. -Hoşgördük Şerife Kadın.İsteksizce devam etti.''Hoş değil amma.'' Bu yalın,bu dolaşmadan,bu en az kelimeyle çok şey anlatabilen bir dildi ikisinin arasında. -Hayırdır inşallah.Geç buyur içeri,kapıda kalma diyebildi ürkerek. Her ne kadar hazırlıklı da olsa acılara,her ne kadar artık dayanıklıyım,büyüdüm de dese hayat öyle bir anda sunuyordu ki acıları,açmazları.Öyle altın tepsilerde değil elbet.Hatta davulla zurnala da değil gelişinden haberiniz olsun.Ve siz ne kadar can evinizi sipere almış dahi olsanız yine de can evinizden vuruluveriyordunuz.Ama ne bir damla kan,ne bir iz.Kalbi küçük bir kuşun kanat çırpışlarıyla yerinden fırlayıverecek gibi olmuştu yine.Bir de bu kalp sesini Hasan'la bizi yakalayıp öldürürler korkusuyla deli gibi koşarken bostandan kaçıp,Yaşaryeri'nden geçerken duymuştu Şerife.Bir daha onca çileye,sevince,terke,hasrete,yokluğa rağmen bu sesi asla duymamıştı.Ne olmuştu acaba?Aman ne olacaktı ki.İşte hepsi yanımda dedi içinden bir ses.Ama yanılgısı bir,iki saniye sürdü.Çünkü çok uzaklardan kör bir bıçak fırlatılmış hedefsiz,sanki bir de sebepsiz,öylesine; bıçak da gelip, ta bu harita da bile görünmeyen köyün,numarası bile kireçten kapanmış 9 mu 19 mu anlaşılmayan hanesinden, gece saçlı Şerife'nin yorgun yüreğini bulmuştu.Peki ya Hasan?Allahım sen bize güç ver yarabbi diyebildi.Sesini bir tek kendi duydu ve sessiz bir çığlık attı yürekleri parçalarcasına...Olduğu yere çöküverdi hemen.Artık bu vücut onu taşıyamıyordu.O oturunca muhtar da üstü defalarca yamanmış lakin temiz minderin üzerine oturdu.Başladı konuşmaya:

-Bak Şerife Kadın seni severim,sayarım.İyisin,hoşsun.Ammavelakin lafı evirip,çevirmeye luzum yoktur.Şimdi açık açık demek gerekirse senin Hasan... -Ne olmuş Hasan'ıma diye parlayıverdi. Hasan'ım demişti.Ne vakitten beri hasretti bu deyişe.Muhtar soğukkanlı olmaya özen göstererek kaldığı yerden devam etti. -Diyeceğim odur ki kasabadan köye gelirken akşam basmış olmalı.Tipiye tutulmuş.Akçeşme yakınlarında donup kalmış garibim.Minarecilerin Yakup avlanırken görmüş de zor getirmiş yarım saatlik yoldan.Şimdi heyet odasındadır.İstersen eve getirelim.Gerçi çocuklar var amma ne edelim bilemedim.Sen deyiver gayri.Onu sorayım dedim. Yıkıldı Şerife.Ev başına geçti.Dünya un ufak oldu ayaklarının altında.Çocukları alıp çarçabuk hiç bilmediği diyarlara yola koydu.Onlar kardan nefret etmemeliydi.Hep kar bembeyaz durmalıydı hayatlarında.O şimdi kara haddini bildirir; hatta üzerinde tüm dünyanın odunlarını yakar eritirdi hepten.Bahar gelirdi sonra.Sonra Hasan Akçeşme yakınlarından umarsızca ıslık çala çala eve gelirdi.Şerife hiç kızmazdı ne olcak.Bir bazen entariye gönlü oluverirdi hemen.Gözlerinden sicim gibi yaşlar boşalmaya başladı.Durduramıyor üstelik çocukların ürkek bakışlarının arasında gözyaşlarını da saklamaya çalışmıyordu artık.Çıkıp şimdi şu kar illetinin başını taşlarla ezmeliydi.Liğme liğme etmeliydi bembeyaz tüylerini.O yandan alıp öbür yana,öbür yandan alıp bu yana savurmalıydı avuç avuç ki aralarında birbirine sevdalanan taneler varsa ayrılık nasılmış bir görselerdi. Geriye dönüş yoktu işte.İlerisi.O hepten yokolmuştu.Hasan kanının son damlasına kadar donarken acaba bizi düşünmüş müydü diye geçirdi?Kömür gibi saçlarım aklına gelmiş midir?Hasan'la beraber umutlar donmuş,yitmişti. -Yapma Şerife dedi biri.Sarsıldı.Çocuklar eşikte çığlık çığlığa ağlaşıyor,Şerife onlara kavga mı ettiniz der gibi bakıyordu.Muhtar,elinde ak çember Şerife'nin saçlarını kapamaya çabalıyor,Şerife karların üzerindeki kömür gibi duran saç tutamlarına manasızca bakıyordu.Kar şiddetini arttırmış,Büyük ihtimal Hasan'ı gün görmemiş süt gibi vücuduna kabul eden bir kahpe gibi bükülüyor,eğiliyor,dönüyor,yerinde duramıyordu.Şerife ayaklarında acı bir yangın hissetti.Çıplak ayakları karın soğunu yemiş kızarmıştı.''Kız Şerife ne ediyon dellendin mi?Bak çocuklar korktu.Ört şunu başına,gir içeri,Ölenle ölünür mü?Çocukları bir düşün.En son bunları duydu Şerife.Gerisi uçsuz bucaksız bir beyazlık...

Belli belirsiz bir ağlama sesi duydu.Ayşe'nin sesine benzetti.Gözlerini bir türlü açamıyor,göz kapaklarını bastıran onca güce anlam veremiyordu.Bir kadın sesi çocuk seslerini bastırmaya çalışıyor;tüm bu seslere ağıtlar karışıyordu.Ölmüş müydü?Ses vermek istedi olmadı.Vücudu taştan bile ağır mıhlanmıştı yere.Elini kaldırmaya çalıştı.''Ana!Ana!'' diye çırpınıyordu biri.Mehmet'ti yanındaki.Demek ki henüz ölmemişti.Elveda Bacısını görür gibi oldu başucunda.Mehmet'se bir gayret yanağını,kolunu,elini,yüzünü,gözünü öpücüklere boğuyordu.Şerife'nin sicim gibi dökülmeye başladı yaşları.''Beni doğrult Elveda''diyebildi cılız bir sesle.Kollarına girdi Elveda,hafifçe döşeğin içinde Şerife'yi doğrulttu.Ardını yastıklarla destekledi ki güç alsın,yorulmasın diye.Odayı şöyle bir gözden geçirdi.Kadınlar dövünüyor ama sesleri sanki ona hiç ulaşmıyordu.Çocuklarını aradı gözleri.Üç yavru şimdi ocak başına çökmüş,yağmurda ıslanmış kuş yavruları gibi birbirlerine sokulmuşlardı.Muhtarda onlara bakıyor olmalıydı ki Şerife'yle gözgöze geldiklerinde boynunu büktü,ağlamaya başladı.Gözlerini paltosunun koluyla silip bir anda Şerife'nin dibinde bitiverdi. -Az buz korkutmadın.Bir hal oldu sandım da sana, çocukları zor eyledim. Şerife ağlıyordu. -Gayrı ağlama bahtsız kızım.Muhtar bunu derken baba gibiydi.Gerçi Şerife'ye baba tarafından da akraba olurdu kendisi.Şerife derin bir iç çekti. -Bu üç sübyanı ne ederim?Ne yer,ne içeriz?Hasan'ın sağlığında bir hayrı dokunmadı bari geride üç,beş kuruş... Gerisini diyemedi.Hasan'a kaçtığında küçüktü Şerife.Epey bir saklanmışlardı dağda.Hasan dağlara kafa tutar,heybetiyle adeta otu,taşı sindirirdi.Bir devleti sindirememiş,ağabeyin şikayetine peşlerine düşen jandarmaya inat dağ,tepe;köy,kasaba dolaşa dolaşa karşı gelmiş,Şerife onsekizine girmeye dört gün kala da sınırdan geçmeye çalışırlarken de onca sıkıntıya rağmen yakalanmışlardı.Üstelik Hasan iflah olmaz bir kaçakçıydı.Şerife,onun işinin suç olduğunu Hasan mahpusa düşünce anlamış,üstüne üstlük kaynana,kaynata yanında yedi sene çok hırpalanmıştı.Ayşe ,işte tam bu zamanlarda doğmuş,dağlarda al renkli gahme çiçeklerinin arasında yeşermişti. -Kız yeter!Herşeyin bir çaresi var elbet,ölümden gayrı.Çocuklara da,sana da bakamaz mı koca köylü.İnsanı maytaba alırlar alimallah.Taşeli dört boğaza bakamamış diye laf olur.Sus bakayım'' diye de payladı onu.''Sen de bakayım Hasan'ı eve getirelim mi?'' Şerife baktı kaldı muhtarın kara gözlerine.Bir vakit durdu.Düşündü. -Getir,getir diyebildi.Muhtar durmadı çıktı,gitti.

Bu küçücük odanın içinde onca kadına rağmen kendini yapayalnız hissetti.Elveda'ya seslendi;Sultan nerede diye. -Buradayım Şerife diyen Sultan yanıbaşında,dizlerinin üzerine çökmüş ona acıyarak bakıyordu.Şerife de ona acıdı,kendine acıdığı için. -Al da çocukları size geçir.Senin çocuklarla eyle onları. -Akşama da salmam ama? Tamam der gibi başını salladı.Çemberi kayar gibi olmuştu başından.Elini kaldırıp çemberini düzeltmek için yeltendi.Başına değdiği her yer çıban gibi acıyordu. -Off dedi yüzünü buruşturarak. -Saçlarını yolmuşsun patır patır Şerife.Karların üzeri sırf saç.Ah kardeşim ne diye zulüm ediyon kendine? Hiçbirşey diyemedi.Sanki bile bile yolmuştu da saçlarını.Sultan'ı kovası geldi evden.Yutkundu. -Ayşe,tut kardeşlerinin elinden kızım.Receplere gidin.Paltolarınız kapının ardında diye yeşil boyalı kapının ardındaki çivileri işaret etti.Mehmet'in kahverengi bir ceketi asılıydı,kolları biraz uzun.Ayşe'nin kırmızı bir hırkası,Aysel'in de Ayşe'den küçülme sarı bir montu hem de kapişonlusundan.Elveda çocukları giydirirken,Sultan'da Ayşe'yi kucağına almaya çalışıyordu.Sonra çocuklar sessiz sedasız kabullendiler gitmeyi.Bu kabulleniş çok fenaydı.Birçok şeyden fena.Başını öne eğdi.Sadece duyuyordu şimdi.Kapı açıldı ve kapandı.Varken yokolmak diye düşündü.Et ve kemik yığınının yok oluşu. Kadınlar okumaya başlamış,acıları hafifletmek için tüm bildiklerini büyük bir düzen içerisinde aktarıyorlar,kalplere serinlik,huzur,af,hoşgörü,sevap,acıma,sığınma tüm bu duyguların tohumlarını serpiyorlardı.Hayat ne manasız diye düşündü.Başını dik tutmakta zorlanıyordu.Yastıklar başını acıtıyor,kafa derisinden kopan etler sızım sızım sızlıyordu.Elveda'yı elinde kara bir örtüyle gördüğünde çemberini çekti başından.Yer yer kan olmuş ak çemberini,karayla değiştirdiler.Şimdi tam yas evi olmuştu işte.Kendi de yaslı,dul bir kadın. Başını biraz yana yasladı gözlerini kapadı.Uyumasa da uyumak ve bu korkunç rüyadan kaçabildiği kadar kaçmak istiyordu.Hasan mavi gözlerini cam gibi ona dikmiş işaret ediyordu uzaktan.İnanamadı.Yanına varmak için can atıyor Hasan,Hasan diye bağırdıkça sesi karşı dağlara vurarak ona geri geliyordu.Suda yürüyordu Şerife.Yalnız su çok bulanık adeta çamur gibiydi.Hasan'a koşmak istedikçe Hasan tam tersi koşuyor,eğer Şerife yürürse yine tam tersine gidiyordu Hasan.Sanki hacı olmuş gibi sakalı vardı ,başında takkesi.Şerife aslında deli gibi koşuyor ama o çamurlu suyu bir türlü bitiremiyordu.Kaynatasıyla,kaynanası Hasan'ın kollarına girdiler,ardından çocukları.Onlarda suda yürüyordu ama geçtikleri sular öyle berraklaşıyordu ki...

Bir türlü bitmeyen çamurlu sularda debelenmeye başlamıştı.Kimse haykırışlarını duymuyor hatta Hasan yanına kattığı çocukları da alarak ana ve babasıyla öyle huzurlu yaklaşıyordu ki beyaz bir ışık hüzmesine.Şerife'nin çırpınmaktan hali kalmamıştı gayrı.Batmamak için bir tahta parçasına uzandı ve olanca gücüyle bir ihtimal sesini duyarlar diye gidenlere sesleniyor,bir yandan da tutunduğu tahtayı yumrukluyordu.Feryadını odadakilerden başka kimse duymamış olmalıydı ki Elveda korkuyla onu sarsmaya başlamıştı.Uyanmıştı ama hayat yine kaldığı yerden devam ediyordu.Anlamıştı ki acıları çehre değiştirmiş olsa bile çöreklendikleri yerden kılıfını değiştirmeye çalışan bir yılan gibi kıpırdamıyorlardı.Kapıya hala vuruyordu birileri.Kadınlar okumalarını kesmeden ergin bir kız çocuğu kapıyı açtı.Şerife onu tanımamıştı ama kapıda muhtar,berber Salih,bir de göcük Rıza'nın oğlu İlyas bir hayal olamayacak kadar gerçek ve mahzun duruyorlardı.Yanlarında da battaniyeye sarılı bir emanet.Birkaç odun parçasından yapılma sedye niyetine o şeyin üzerinde çok üşümüş olduğundan mıdır nedir battaniyeye sarılmış Hasan.Ardlarından uğultulu bir ses duyulmaya başlamıştı.Köylü de cenazenin peşine gelmiş olmalıydı.Kimse buyur demedi ama acı içeriye usulca,utanarak ve vakur bir halde girdi ve bir de arsızlığına doymadan geçti evin orta yerine kuruldu.Denecek söz yoktu.Acı tanrı misafiriydi ve en iyi yer onun hakkıydı.Okumaya devam ediyordu kadınlar.Daha bir coşku,daha bir çağlayan vardı seslerinde.Şerife'nin yüreği sıkıştı.Nefes alamaz oldu.Sanki o kör bıçağın sahibi şimdi de sol göğsüne elini daldırmış,yüreğini avuçlarının arasında sıkıp sıkıp bırakıyor,o zamanlar nefes alamayan kadının, tam pes edeceği sırada elini yüreğinden çekiyordu.Gözyaşları içinde aç kaldığı nefesine doymaya çalışan Şerife tam o sırada yüreğinin yine o hoyrat elin arasında sıkılışından en az acıyla kurtulabilmek için yerlerde debeleniyordu.Artık buzlar çözülmüş gözlerinden seller akıyor,çığlıkları tüm dünyayı başına toplamak ister gibi köyü aşıp çok uzak diyarlara ses veriyordu.Artık onu tutabilecek hiçbir güç yoktu.Hasan'ın tüm dünyaya meydan okuyan halleri vardı onda.Aslında haller yalandı.Hasan onca heybete rağmen bu ufak tefek kadının ruhuna girip oturmuştu.Tek gerçek buydu.Biraz sonra onca heybeti taşıyamadı,bayıldı.Tüm köylü bir oldu,çarçabuk önceden hazırlanmış sıcak sularla Hasan'ı yıkayıp,güç bela açılmış mezarına yerleştirdiler.Herşey çok sıradan olmuş Şerife'de yine almış başını gitmişti.Hasan onca heybetiyle Akçeşme başında oturmuş tabakasını açmaya uğraşıyordu.Her yerde dize kadar kardı ama Şerife kırmızı basma fistanıyla karların içinde taze al bir çiçek gibi Hasan'a yürüyordu.Hasan hiç başını çevirmeden:-Hoşgeldin Şerife'm dedi.Şerife bu sese,bu deyişe ömrünü vermeye hazırola geçmiş,içi aşkla,şehvetle,huzurla bir başka yanmıştı.''Kar dinmiş Hasan'ım''diyebildi.''Gelsene eve''Hasan ustalıkla sigarasını bilmem kaçıncı kez tabakasında ki kaçak tütünden sardı ve sonrasını Şerife ezbere biliyordu zaten.Ona katıldı.Birlikte ama herzamanki gibi bir adım gerisinde ama aynı ritimden eşlik etti.''Değmen benim gamlı yaslı gönlüme.Ben bir selvi boylu yardan ayrıldım,ayrıldım,ayrıldım...''Ağlıyorlardı.İçli bir türkü olmuş sevda aralarında oturuyordu.''Hadi bak dinmiş kar,gidelim''Hasan masmavi gözleriyle çakmak çakmak ona baktı.İrkildi Şerife.''Çok yavuz olmuşsun kız''dedi.Ve devam etti.''Ne o elinde ki?''Kızardı Şerife,utandı,boynunu uslu bir çocuk gibi bükerek''Resim''diyebildi.Aceleyle de devam etti.Sussa diyecekleri kaybolacak gibi gelmişti birden.''Koca Ananların taş evin avlusunda Tekinlerin Kemal'in çektiği resim.Bak,bak.Kucağımda ki Aysel.Sağımda sen.Ayşe küçücük.Mehmet'e bak nasıl da gürbüz.Sen omzuna bindirdiydin de ne güldüydük hani.Ayşem canım kızım.İki gözümün biri.Koca ananın adını koydun ona.İşte Mehmet!Evimin direği Mehmet.Babanın adı.Baksana Aysel'e yumuk yumuk elleri.Bilmem hatırlıyon mu?Grip salgını olduydu da köyde ben yanıp yanıp kavrulduydum.Şehirden kadın doktor gelmişti hani.Ne kocaman doktordu Aysel Doktor.İyileşince ben sana dediydim mahpusa geldiğimizde.Sen de karnımı gösterip,''Kızım olsun adını Aysel''koyucam dediydin.Bak duy işte.Aysel'i doktor yapıcam,Mehmet şoför olucam diyor,Ayşe henüz bilemiyor''Hasan gülümsüyordu:-Gel yamacıma şöyle.''Niye ki'' diye cevap verdi Şerife.Hasan derin bir nefes aldı sigaradan,çemberini kokladı sonra,meliklerini korkarak okşadı.''Ver hele elini''dedi.Şerife itaat etti.Elini uzattı.Onun yanan avuçlarına rağmen Hasan'ınkiler buz kesmişti.''Üşümüşsün,donmuşsun sen ''deyince ''Dondum ya Şerife'm,dondum ya''diyebildi.

Bir damla gözyaşı aktı Hasan'ın donmuş eline.Elinde birden kırmızı bir gül bitiverdi.''Sen Siyabend'le Hece'nin sevdasını bilir misin Şerife'' ''Nerden bileyim Hasan.Okumam mı var?''.''Dağlarda anlatılır bu sevda Şerife okunmadan.Hece ile Siyabend...Hece,Siyabend'e kaçar senin bana kaçtığın gibi.Dağları mesken tutarlar.Siyabend bir kap yemek için çobanın karısını yarlayacak kadar azılı bir eşkiya.Lakin onu sırtlayıp ocağına götürüp,çocuklarına sofra kuracak kadar da mert. Güzel gözlü bir geyik görür de Hece.Siyabend düşer peşine,tam yakalar boynuzlarından yere vuracakken o kurban olur geyiğe.Ve Hece yardan atar kendini Siyabend'in yanına.Her yıl iki gül bitermiş onların ebedi buluştukları yerde.De bana Şerife yazgımız öyle olmasın.Ben gidersem sen kal türkümüzü söylemek için.''Kalktı yerinden.Sigarası elinde uzaklaşmaya başladı.''Hasan nereye!Hasan nereye!''Başını o yana bile dönmeden karları eze eze yürüdü Hasan.Hiç bir iz bırakmamıştı. Şerife'ye hocalar geliyor,okuyup,üfleyip gidiyorlar,kimileri okunmuş suları döşeğinde bir sabi gibi kalmış insan kuzusuna içiriyor,boynuna muska bağlıyorlardı.Hocalar gidince,koca karılar alıyordu nöbeti tepesinde korkunç cozlamalarla kurşunlar döküyor,ecişe,bücüşe benzettikleri ucube yaratık masallarını bir anda köyün sonuna ulaştırıyorlardı.Şerife ateşler içinde yanıyor,yemiyor,içmiyor sadece inliyordu.İnlemelerinin arasında sayıkladıkları uzak diyarlara aitti. Hiçbirşeyi kimse anlamıyor,Şerife'yse bu acılar içinde kaldığı uykularından Hasan'ı almadan dönmek istemiyordu.Arada bir elini inanılmaz bir zerafetle burnuna götürüp derin derin kokluyor sanki bir şeyi içine çekmek için çabalıyor;gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu o vakitlerde ve o vakitler koklamak için elinde tuttuğu çemberinin oyaları oluyordu.Kadınlar bunu görünce temelli coşuyor,çocukların korkacağını hesaba katmadan bu genç yaşta cinlendiğini söyleyip ah vahlarla dövünüyorlardı.Çocuklar perişan olmuş,analarını öpüp koklamaktan gayrı birşey bilemiyorlardı.Bu kendini bilmez durum aylarca devam etti.Hasan öldüğünde tıklım tıklım olan ev gün geçtikçe boşalmaya başlamış,ilk zamanlar kap kap yemek dolan ev yavaş yavaş eski günlerine dönmüştü.Çocukları evvela misafir eden köylü,yavrucaklar ana hasretinle yanıp kavrulunca çareyi hepsini bu eski evde,(çocuklara göre anaları var diye saray olan eve) toplamışlardı.Hiç gözünü açmıyordu Şerife.Dönüşümlü Sultan'la,Elveda haneyi dolaşıyor,Şerife'yi sağına yatıksa soluna,soluna yatıksa sağına çeviriyorlardı.Çünkü genç kadın sadece bedeniyle yatıyor,onu da döndürüp eğdirmeye idrakı yetmiyor,uzak diyarlardan koşa koşa dönmek istiyor ardından bir ses ''Çocuklarını unuttun burada''diye onu yanıltıyordu.Böyle böyle kış bitti.Bahar dallarında patlayan tomurcuklar belirdi.Akçeşme'nin bile karı erimiş buz tutan sularını şırıl şırıl akıtarak herkesten af dilemeye başlamıştı.Köy yolundaysa her zamankinden daha başka bir hareketlilik vardı.Köylüler eksiklerini düzmeye şehre gidiyorlardı gitmesine de ondan daha çok insan iki üç günde bir olsa köye doluşuyor,önce kutsal bir tavaf gibi Şerife'nin eve uğranılıyor,sonra ki durak muhtarın ahırdan bozma tütün kokan odası oluyordu.Düzen bilinmez bir el tarafından böyle yazılmış,köyü her yeni giren çıkana dair yalanlarla süslü az gerçek barındıran hikayeler sarmıştı.

Sonunda yürekleri dağlayıp,acıları katmerleyen o gün kapıya dayandı.İhtiyar heyetinden üç beş kişi aralarında tartışıp bu konuya acilen bir çıkış bulmaya çalışıyorlardı.Bu arada yemekler yeniyor,kahveler içiliyor,bir yazgı alınlardan sökülüp alınırken bırak Şerife'yi,Hasan'ın bile yakınlarından kimse aranmıyordu.Bu durumdan en çok rahatsız olan muhtardı aslında.Kimbilir Şerife'ye uzaktan akraba olmasından,kimbilir devletten korktuğundan.Gerçi muhtar da dahil Şerife ile Hasan'ın ölmüş akrabalarından başka kimselerin varlığından haberleri yoktu.Ne vakit sonra odadakiler tek tek isimler söyledi.Aslında herkes acı bir kumpasın liderliğine takılmış yol almaktaydılar.Ve herbiri el altından en çok kim para verdiyse sanki o kişi çok iyimiş,çok merhametliymiş,varlıklıymış safsatalarına kendilerini de inandırıp büyük bir günahı itinayla işlemek üzereydiler.Konu Ayşe'nin Mersinli bir narenciye tüccarı ve karısına,Mehmet'in Erzurumlu bir lokanta sahibine,Aysel'in de Adana'lı bir pamuk tüccarına verilmesiyle kapatıldı.Herkes sanki üzerindeki yükü biran önce hafifletebilmek için çarçabuk ikindi namazına geçti. Sonrası çorap söküğü gibi geldi zaten.Ailelere haber salınmış,çocuklar yıkanıp paklanmıştı.Şerife işte o vakitlerde uçsuz bucaksız bir çölde çocuklarına su bulabilmek için oradan oraya koşuyor,suyu tam buldum derken serabın yalan yüzüyle karşılaşıyor,hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.Bu rüyayı hep gördü.Önce Mehmet ''Ana çok susadım''diye diye ağlamaya başladı.Onun çatlamış dudaklarından öptü Şerife.Oğlan ağlarken birden yitti.Şerife çöllerde'' Mehmet!Mehmet''diye aranırken Mehmet ve yeni ailesi Erzurum yolunu yarı etmişti bile.Bir haftaya varmaz Ayşe su istedi Şerife'den.Kadın bu kez kızının kurumuş dudaklarından öptü teselli edeyim diye.Ve Ayşe'de ömründe ilk kez göreceği mis kokan portakal bahçelerine doğru yol almaya başladı.Çoğa varmadan Aysel karlar gibi temiz,bulutlar gibi yumuşak pamuk tarlalarına ulaştı.Ama o hiç anasından su istememişti rüyasında.''Ana bana çemberini ver''demişti sadece,çemberi kaptığı gibi de rüyalarından çıkıvermişti Şerife'nin.Şerife artık yalın ayak,başı kabak,aç,susuz,yarsız,evlatsız rüyalarında ki çöllerinde durmadan koşuyor,kan ter içinde kaldığı kabuslarında tüm köye yayılan çığlıklarıyla çocuklarını arıyordu.Artık kendi başına kalmış,boğazından giren bir,iki kaşık çorbadan başka hiçbirşey yiyemiyor,yemek istese bile başında kimse olmuyordu.Akşamdan akşama Elvada uğruyordu tek.Ona zorla yemeğini yediriyor,bir kuşu besler gibi onu besliyordu.Herşeyi anlatıyordu yol yol.Şerife'nin o vakitler yaşlar akıyor gözlerinden,bağırmaktan kısılmış sesiyle boynu kesik bir horoz gibi adeta can çekişiyor,bir yandan da çocukların adlarını fısıldıyordu.İşte o zamanlarda Elveda köylüye duyduğu hınçı kusuyor,çocukları dağıtıp parçalamaya nasıl gönüllü olduklarına bin beddua ediyordu.Güya böylesindeymiş hikmet.Yaradan böyle yazmış.Rahmetli Hasan'daymış suç.Bir hanesini toparlayamamış seni ziyan eylemiş,kendini de yakmış.Herkeslere küstüğünü de ekleyip''Allahaısmarladık''deyip Şerife'yi acılarıyla başbaşa bırakarak ama bir ihtimal kalkarsa diye de ampulu yanık bırakarak yarın akşama kadar kaderine bırakıyordu.

Elveda,herzamanki gibi sabah ezanıyla uyanmış;namazını kıldıktan sonra yorgunluktan yıkayamadığı akşamdan kalma bulaşıklarını çarçabuk yıkayıvermişti.Biraz evin dağınıklığını toplamış sonra da ahıra geçerek önce giysilerinin üzerine giriş kapısında asılı ahır giysilerini geçirivermiş,mandraya bırakılacak sabah sütü için ahıra girmişti.Hayvanları sağdı,ahırı temizledi,gücünü de zorlayarak hayvanların pisliklerini gübreliğe taşıdı,üzerindeki kirlileri çıkarıp,ahırın girişindeki çiviye tekrar astı,kuyudan su çekti ve bir güzel elini ayağını yıkayarak süt bakracını aldığı gibi köy kahvesine doğru yol aldı.Köy meydanı evine on dakikalık bir yoldu ama Elveda nedense çok nadir yaptığı birşeyi yaparak Şerife'nin,artık aşılmayı gerektirecek bir engel bile olmayan yer yer yıkılmış avlusundan geçmeye yeltendi.Kuşlar sabah serinliğin de çalılıklarda ötüşüyor,güneş yüzünü göstermeye çalışırken, ışıklarını süzerek insanoğluna sunmaya hazırlanıyordu.Ama yine de havada etrafı çok da net seçtirmeyen bir pus vardı.Elveda evin ardından dolanmalıydı ki avluda kendine en yakın yıkık yeri görebilsin.Bir tuhaflık var sanki bu sabahta diye iç geçirdi.Biraz daha evin önüne doğru yürüdükçe Şerife'nin hayat kapısından başlayıp bahçenin ortasına doğru yayılan yamalı bir bohça gibi düzensiz taş yolu dikkatini çekti.Heryer inanılamayacak kadar temiz ve ıslaktı.Elveda çok şaşırmış,acaba diye etrafına daha bir dikkatli bakmaya başlamıştı.Gerçekten de eğri büğrü taş yol hayal olamayacak kadar gerçek ve ıslaktı.Havada pus vardı ama dallar da bir damla çiğ bile yoktu.Elveda tarifi olmaz bir duygu telaşıyla bahçe duvarındaki çeşmenin yanında duran bir kalıp sabunu görebilmiş,bir iki adım gidip tavukların bile olmadığı kümesi geçince gözlerine inanamamış sadece işitilebilir bir sesle ''Bismillahirrahmanirrahim''diyebilmişti.Çocukların tüm çamaşırları yıkanmıştı.Hatta Hasan'ın bir pantolonu ve Şerife'nin kırmızı fistanından da hala sular akıyordu.Kim gelirdi ki bu yakın vakitte diye sormadan edemedi kendine.Kalbi endişe ve acabalarla çarpıyor,sorusuna cevap bulmak için tüm ihtimaller beyninin bayram alayında resmi geçit yapıyordu.Çarçabuk hayat kapısına yöneldi.Mis gibi sabun kokuyordu heryer.Akşamdan açık bıraktığı ampul sönmüş zaten güneşi arkasındaki çınar ağacından dolayı güç alan ev,ışık olmayınca hiçbirşey seçilemez hale gelmişti. -Şerife!Şerife diye seslendi.Cevap yok.Bir daha seslendi daha bir hızlı.Ses yok.Bir adım atıp,ışığı yaktı.Şerife'nin yatağı toplanmış,ev süpürülmüş,tertemiz edilmişti.Biraz daha ilerleyince ocağın başında sırtını duvara vermiş oturan Şerife'yi gördü.Başı çok hafif yana kaymış kucağında bir resim,beyaz çiçekli fistanı ve taze yakılmış kınalı elleriyle bir gelin gibi bekliyordu.''Şerife''dedi ses yok.Bir hızla yanına vardı.Şerife'nin yana kaymış başını tutup kendine çevirdi.Ağzının kenarından ince bir kan akıyordu.Elveda dellendi,hemen koluyla ağzının kenarını sildi.Şimdi Şerife dudağının kenarında bir gül, bahara durmuş dallar gibiydi.''Şerife!Şerife!De bana kardeşim neyin var''Elveda ses alamayınca Şerife'nin kucağında ki ailecek oldukları resmi alarak kenara fırlattı.Olanca gücüyle kollarına girerek ona sarıldı.Kaldırmaya çalıştı.Şerife tamamen kendini salmış bir et yığınından başka bir şey değildi artık.Kaldıramıyordu.Bir daha gayretlendi.Şerife'nin yeni yıkanmış misler gibi sabun kokan saçları, Elveda'nın yüzüne değdi,kınalı elleri omuzundan aşağıya bir kuklanın elleriymiş gibi sallandı.Belinden kavradığı arkadaşını en azından yere yatırmaya uğraşıyor,genç kadını bir türlü duvardan söküp alamıyordu.Son bir gayretle bir daha yeltendi,yere yatırabilmek için.Şerife'nin vücudu biraz yerinden oynayınca bir metal parçası ocağın taş kenarlığına çarptı.İnce bir metal sesi havada asılı kalmış,atadan yadigar hançerin kabzası öyle bir maharetle yerleştirildiği nişten kırılarak yere düşmüştü.Elveda ne olduğunu anlayamamış,deli gibi ince oymaların raksettiği kabzaya bakıyordu.Mıhlanmış gibiydi.Şerife önünde yan yatmış,kabzada bir parçası kalmış hançerin ucunu göstermeye çalışır gibiydi.''Affet beni''diyordu sanki.''Helal et hakkını''diye yalvarıyordu adeta.Elveda,çocukların yapbozlarını toplar gibi son eksik parçayı aradı gözlerinle.Genç kadının beyaz fistanı al kanlara boyanmış,yapboza ait eksik parça kırık ve eğrilmiş vaziyette,sırtının ortasında yerini almıştı.Elveda,bir yandan çığlık çığlık bağırıyor,bir yandan avluya koşuyordu.Süt bakracını devirdi koşarken.Şimdi bu bahar sabahında Hasan koşarak geldi,elinde yine aynı kırmızı gül.''Çok yavuz olmuşsun Şerife''dedi.''Dudakların al al''Şerife utandı,gülümsedi.Meliklerini ardına attı.Evden çıkarak karlı yoldan, yeşile durmuş dallar,patlamış tomurcuklar arasından yürüdüler.

Hiç yorum yok: