24 Nisan 2008 Perşembe

AŞK.ŞEHVET...İSTANBUL....

Şehvet yakışmadığı bedeni bilir.
Ama;
aşk bilmez.
Masum bir delioğlandır o.Hesapsız,kalansız düşer peşine yaşamın.
Hiç de eğreti durmaz.Hani hep sendedir evvel ahir.
Hiç gitmemişdir.Sevmiştir seni.
Eğreti duransa şehvetin ta kendisi.Geldi mi gitmeye niyetsiz.Aldın mı gülüm?
Verdim ya az önce dercesine hayvanî.....

Ben iki tşört,bir pantolon alana kadar şehveti öyle gördüm işte.
Kimse onlara bakmazken ben neden o kadar baktım.Biliyordum...
Farkettim....
Bu küçük yer,beni çok fena kendine benzetmiş.
Saçım,başım,giyim kuşam hadi neyse
fikrim zikrim de buralı benim.
Ayıplana ayıplana,ayıpla edebi karıştırmaya başlamış olmalıyım ki
taşı toprağı altın şehrin
adabın,edebsizliğin,arsız dilberlerin,küçük kadınların,takım elbiseye sokuşturulmuş
yalan zenginliğin, sırıtarak durduğu o suratlara baktıkca bakasım geldi.
Kusmak için...

Şehvet;sırıta sırıta yanımdan geçerken o küçük kadına mı üzüldüm,
kendi kıt anlayışıma mı acaba?
Aşksa onların,
şehvetse onların.
Banamı ne?
Erkek,yanındakine öyle hafif bakıyorken
onun bir kadın mı yoksa
abdesthane duvarında bir iz mi olduğunu ayırt etmeye çalışıyordum.

Hayat bana bir bakışa masallar yazdırmayı öğretmişken
susamam.Mazur görünüz efendim.

Hiç yorum yok: